Çarşamba, Haziran 06, 2007

Ülkeler ve Benim Haritam

Daha 25 yaşındayım, bu gençliğime rağmen pek fazla yurtdışına çıkamadım. Sanırım Japonlar gibi emekliliğimi bekliyorum. Ama gel gelelim, şimdiye kadar gördüğüm ülkelerden bir harita oluşturabileceğimi öğrenmek, yurtdışına hemen çıkmak için beni epey ateşledi.
Eminki sizin gezdiğiniz yerler benden fazladır ve bir değil bir çok okyanus aşmışlığınız vardır, hemen WORLD66 sitesine girin ve kendi haritanızı oluşturun. Ben siteyi yeni keşfettiğimden şimdilik site ile ilgili bu kadar bilgi veriyorum. Ama girip bakın ve eğlenin derim.

İşte benim Avrupa'da gördüğüm yerlerin haritası..



create your personalized map of europe
or check out our Barcelona travel guide

Çarşamba, Mart 28, 2007

P&G, Unilever Size Ne Çağrıştırıyor?

YAZIYI OKUMADAN BİR DÜŞÜNÜN "p&g" MARKALI HANGİ ÜRÜNÜ KULLANIYORSUNUZ YA DA "unilever" MARKA?


Düşündünüz aklınıza bir çok ürün geldi..tanıyor olabilirsiniz Unilever ile P&G yi. Ama şunu bilin ki tanıyor iseniz; siz etiketlere bakan kesimsiniz. Çoğumuz aldığımız ürünlerin markalarının ardında, sayısız yüzlerce markaya sahip devler olduğunun farkında bile değiliz.

P&G yani William Procter ve James Gamble’n 1837’de Cincinnati’de kurdukları PROCTER AND GAMBLE kesinlikle evinizde bir yerlerde size gizliden gizliye gülümsüyor. Siz aldığınız çoğu ürünü birbirine rakip mallar sanırken aslında aynı şirketin alt markalarını satın alıyorsunuz. Bu markanın altındaki devler neler derseniz… Bazıları:
Alo, Ariel, Ace, Mr.Proper, Orkid, Alldays, Discreet, Pantene, Blendax, Rejoice, Head and Shoulders, Herbal Essences, İpana, MaxFactor, Prima….


Peki ya Unilever; 1930’da Hollandalı margarin üreticisi ve İngiliz sabun üreticisi birleşir. "Margarine Unie" + "Lever Brothers"; olur Unilever. Peki nedir alt markaları? Bazıları:
Algida, Becel, Knorr, Komili, Lipton, Sana, Cif, Domestos, Omo, Rinso, Yumoş, Axe, Clear, Dove, Elidor, Lux, Rexona, Signal

Bu iki şemsiye marka, ortalama 100 yıldır bizim gündelik ihtiyaçlarımızı karşılıyorlar. Onlara rakip çıkarır mıyız bilmiyorum ama ilk aklıma Evyap geldi. İnşallah markalarının devamı gelir.
EvyLady, EvyBaby, Duru, Fax, Gibbs, Sanino, Arko…

Perşembe, Mart 01, 2007

AT BİNMEK ÜZERİNE KAHVE İÇMEK


Hayatta gelemediğim haksızlıklardan biri de, şekerli kahve isteyip de acı bir kahveyi yudumlamak zorunda kalmaktır. Çoğu kişi kahveyi yudumlar acı olduğunu anlar ama tepkisizliği seçer, ben ise her şeye karşı takındığım "Yeterr" tavrını burda da sergiliyorum ama bir farkla yorgunum, hamlamışım, her yerim ağrıyor..
Nedeni ise Hadımköy'de at biniciliği dersleri almaya başlamış olmam. Burdan tüm arkadaşlarıma sesleniyorum: "Ata binmek kesinlikle kilo vermek ya da kas yapmak için en iyi spor". Birincisi attan düşmemek için zaten can havli ile ata yapışıyorsunuz:) İkincisi hocanızın "kalk otur" ritimleri arasında kol ve bacak kaslarınız inanılmaz şekilde çalışıyor. Mola vere vere 30 dkyı bitiriyorsunuz. Bulgar hocamın dediğine göre; 5. dersten sonra rahat bir nefes(!) alabilecekmişim. Zaten hocam daha ilk günden bombasını anlattı; "Bir futbolcu geldi, 'ya ne var at binmek de verin ben saatlerce yaparım "kalk otur" olayını', dedi. 15 dk geçmeden indi attan 90 dk top koşturan adam, dayanamadı 15 dklık at sürüşüne!"
Benim gayet zayıf olan bünyem de henüz bir iskender kebabı indirmediğim için mideme, gayet melankolik bir haldeyken; kahvem acı geliyor. Bakırköy'de Avşar sinemasının karşısındaki kafedeyiz eski bir dostumla. Ama en komiği yanıma çağırdığım garsona "Bu şekersiz, acı" dediğimde. "Ben kendi ellerimle yaptım, şekerli bu" diyen garip bir tiple karşılaşıyorum. "Kaç şeker attın peki" diyorum. El cevap: "Biiir"(!) Adam şekerli kahveyi bir kesme şekerle yapıyormuş. "Aha şeker attım, şekerli olduuu":) Orta desem, kesme şekeri dişiyle yarıya bölüp öyle yapacak herhalde kahveyi. Sonunda ikna oluyorum ve yeni şekerli kahveme kavuşuyorum. Yorgunluk kahvemi rezil edenleri ifşa etmek istemem çünkü bir pazarlam master öğrencisi olarak biliyorumki.......reklamın iyisi kötüsü yoktur.
Bunun yerine bir kaç yıl önce (üniversite zamanı); ilk gittiğimde hayran kaldığım kahvelerinden ötürü, hala sırf kahvesini içmeye gittiğim Avcılar'daki "ACI KAHVE"yi ismiyle anmak isterim. Kahvesi bana adının tam aksini anlatıyor tabi ama en azından ne istiyorsanız o; önünüze geliyor. Sahibi sürekli orda. Bir müşterisini ikinci görüşünde bile tanıyabilecek kadar da profesyonel. Avcılara yolunuz düşerse; Barış Manço Kültür Merkezi solunuzda kalacak ve ilerleyeceksiniz; gene yolun solunda kafenin tabelasını görmeniz mümkün.
İyi hafta sonları..

Salı, Ocak 02, 2007

YIL BAŞI PARTİSİ



Ev Partilerini sıkıcı bulan bendeniz, sonunda parasını ödeyip şöyle felekten bir gün çalmak amaçlı Makara Group'un organize ettiği Hilton'daki Serdar Ortaç'lı Yıl Başı partisine gittim 6 arkadaşımla. Beş kız, 1 erkektik. Arkadaşlarımın çoğunun son anda karar vermesi yüzünden biletlerimiz ayakta diye adlandırılan; salonun en arkasında bir boşlugu andıran yer içindi(!) ki o paraya böyle kötü bi yer hak ettiğimizi bilmiyordum açıkçası. Serdar Ortaç'ın çıkacağı platformun hemen önünde masalar, onun arkasında "Stand" denilen gene ayakta ama önünüzde, kokteyllerdeki gibi uzun bacaklı, bir tek küçük masanın bulunduğu alan ve tüm bunların arkasında; onlardan bir şeritimsi küçük demire kumaş geçilerek ayrılmış olan düz bir bozkırı andıran AYAKTA grubunun yeri bulunuyordu. Ayakta grubuna hizmet eden sadece barda bulunan barmenlerdi. Kesinlikle bir garson kavramı yoktu. Daha vahimi, ayakta grubu tamamen kendi haline bırakılmış bir haldeydi. Bodyguard yok, derdin olsa kimseye diyemezsin... Yani paranla rezil olabilirsin. Saçına sakız atanlar olabilir mesela (Gerçektir)

Peki geliş aşaması nasıl? Arabanızla geldiniz Hilton'un önünde kırmızı yelekli 15 kişiye yakın bir otopark görevlisi sizi bekliyor. Akbaba sürüsü diyebiliriz. Arabayı onlara emanet ederken 30 Ytl park ücreti istiyorlar! Kısa süreli şokun ardından "iyi tamam" diyip veriyorsunuz parayı. Bu seferde bir öğreniyorsunuzki arabanın yanına, siz hiç bi şekilde gidemiyormuşsunuz. Siz onlara verdikleri fişi vereceksiniz, onlarda arabayı getirecekler, sonra siz almak istediğinizi alınca tekrar vereceksiniz "götür yerine" diyeceksin. O anda arabada kıymetli bi şi bırakmamam gerektiğini takdir edersinizki anlıyorum.. (Peki çıkışda ne oluyor, arabasını bulamadıkları insanlarla görevliler tartışırlarken, ben kendi arabam park edilirken gözlerimle takip ettiğim için şanslı olup arabanın yanına gidip, "hemen bu arabanın anahtarını bulun" demekle yetiniyorum..)

Geldik vestiyere.. Kişi başı 10 Ytl, istiyorlar! Tamam buna da tamam.. (Ama sonuç ne peki? Saat 3:30 olduğunda dışarı çıkıldığında salondan, tüm paltoları holde öylesine insanların rahatça elleyebileceği şekilde asıldığını görüyorsunuz. Millet sarhoş bir şekilde holde boylu boyunca askılarda duran montlara, paltolara saldırıyor. Kimisinin paltosu yerde, kimisi verilen numarayı görevliye vermiş ama görevli ortada olmadığından,montundan ümidi kesmiş.)

Tekrar salona dönersem, limitsiz yerli ve yabancı içkinin saat 4'de kadar olacağını söyleyen Makara Group, daha saat 2 olmadan alkolsüz içeceklerin Ayakta grubunun derme çatma(!) barımsı barında bittiğini söyledi. Standlerin barı, tam şeritin önünde olduğundan ordan bir şey istediğinizde; iki tarafın ayrı olduğu söyleniyordu. Yani Türkçesi, "Yok burdan Ayakta kısmına servisimiz". Ama ilginç olan kimine verilmeyen Stand içkileri, kimilerine veriliyordu!

Hadi tüm bu kötülüğe rağmen Serdar Ortaç fanatiği olarak gıkımızı çıkarmıyorken, 23:30 gibi sahneye çıkan Serdar, yeni yıla girerken bile deneyimsiz tavırlar sergiliyordu, "Saat kaç? hadi oluyor yıl başı" dedi, 5 dk varken yılbaşına. Bu ne biçim organizasyondur? Adamın kolunda saatte mi yok! Ne biliyim görevliler yok mu? Dışarda koca Taksim meydanı yok mu? Slaytınız yok mu, tam o anlarda 10'dan geriye sayacak?.. Resmen muallakta kalmış bir geri sayımla "Oley" diye bağırdık. Ne konfeti yağdı, ne ışıklar değişti.

Ve muhteşem Serdar Ortaç tüm hızlı parçalarını yarıda keserek söyleyip, zevkimizi kursağımızda bırakırken; tüm slow parçalarını uzata uzata söyledi. Açıkça bilmiyorum ama ben universitede bile bundan daha iyi organizasyonlarda çalıştım. Muhteşem bir Şebnem Ferah konseri mesela.. Bu kadar kötü bir birleşim hiç olamaz sanıyordum ama oluyormuş.

Yalnız en güzeli; Ben her zamanki gibi dün gene çok eğlendim. Çünkü ben dansı içinde hisseden biriyim ve bir şeye para harcayıp milleti de kalkıp getirmişsem,en çok benim canlı gözükmem gerekir.
Bu organizasyondan bu kadar rahatsız olmamın sebebi de muhakkakki bir gıdım alkol tüketmemiş olmam. Yani bilinci açık biri için rezaletti.. Diğerleri ne olduğunun farkında bile değildirler..

Keşke Harbiyede performansını ayakta alkışladığım Kenan Doğulunun Lütfi Kırdar'daki gösterisine gitseydim.

HEPİNİZE İYİ YILLAR.

Benim için pek parlak gittiği söylenemese de... ve tabi Kurban Bayramınız mübarek olsun.