Salı, Ekim 31, 2006

İngiltere'den Dönen Türk 2

Geç bir yazı oluyor, öncelikle yazımın devamını bekleyen arkadaşlarımdan özür dilerim.

İlk yazımda İngiltereden genel anlamda bahsetmiştim. Bugün ise İngiltere ana başlığı altında, ordayken ikileme düştüğüm; belki de kafamda en çok tartıştığım konudan bahsedeceğim. Ahlak ve Özgürlük. Aslında bu iki kavram ne kadar da birbirlerine yakın, ne kadar da birbirlerinden uzakmış.

İngiltere Heathrow Havaalanına indiginizde öncelikle küçücük bir karşılama salonunda buluyorsunuz kendinizi. Zaten dönerken de eğer sizi yolcu etmeye gelmiş insanlar varsa; Heathrow'da hiç bir şekilde onlarla oturacak yer bulamıyorsunuz! Kısacası Atatürk Havaalanı ve dış hatlar terminali gözünüzde bir kez daha büyüyor.

Havaalanından Londra'ya çıkışınız uzun sürüyor çünkü Heathrow, BÖLGELERE ayrılmış Londra'nın; 6. Bölgesi. Ulaşımınızı metro ile sağlayacak olduğunuza göre, bilet fiyatlarının her bölge için farklı olduğunu bilmelisiniz. Daha da kötüsü Londra'nın yiyecek, giyecek ve ulaşım anlamında inanılmaz pahalı olduğunu da unutmayacaksınız.

Metroya İngiltere'de yaşayan arkadaşım sayesinde bindiğimde afalladığımı kabul ediyorum. Çok ilginçti. Bizim hızlı tramwaya benziyorlar. Ama mükemmel bir şekilde işliyor ve kesinlikle her türlü,5 dklık gecikmeler bile, anında hızla gittiğimiz metronun içindeki elektronik ekranlarda gözüküyor. İşte ben bu görüntülere alışmaya çalışırken, kafama İngiliz halkı başka bir şeyi vurmaya başladı...

Özgürlük. (?)

Yanımda oturan arkadaşım erkek, diğer tarafımda da THY etiketli bir bavula sahip bir erkek oturuyordu ki muhtelemen o da Türk; karşımızda oturan "Sex and The City" dizisinden fırlamış 3 tane genç bayan (Sam tipli ama üçü de), kloş ve mini olan etekleri ile bacak bacak üstüne atmaktan sıkılıp, özgürce davranmaya(!) başladılar. Sağıma soluma bakıyordum, kimse kafasını çevirip, onlara bakmıyordu. Benim yanımdakiler de bakmıyorlardı. Kendimden şüphe ettim, yani, önümdeki bayanların tüm mal varlıklarını görebiliyorken, kimse bakmıyorsa, ben yanlış görüyorum demekti. Yanımdaki arkadaşıma sordum,O da, "Alışırsın bunlara, burda herkes böyle, çok rahat" dedi.

Gerçekten de her gün metroya bindiğimde farklı farklı özgürlük hareketleri ile karşılaşıyordum. Canary Wharf'taki (İstanbul'un Levent'i gibi bir yer) metroya şık takım elbiseli beylerle biniyoruz Stanmore'a doğru gitmekteyiz. Derken birinin burnu kaşınıyor, evet adam atıyor burnun içine elini ne çıkarabilirse kardır, misali. Özgürlük işte, istediğini yapıyor kimse de kafasını çevirip bakmıyor...

Belki bu tip bir özgürlük arayışı içinde olanlarımız vardır. Onlar için ideal bir yer ama emin olun, Özgürlük ve Ahlak birbirlerine kökten bağlı kavramlardır. Belki ilk anda çok cazip gelip, bu genç yaşta, beni bile etkisi altına alabiliyor ama aileden, Türk kültüründen aldığımız ahlak anlayışı; özgürlükle, ahlak dışı davranışta bulunmayı bir süre sonra ayırt ediyor. İngilizler özgürlük sanarken yaptıklarını, ahlak anlamında çöküyorlar, işte bu onların gerçeği. Bunu da sanırım hepimiz zaten biliyoruz.

İngiltere izlenimleri bitmez.. Ama bu yazı burda biter:)

Çarşamba, Ekim 04, 2006

İngiltere'den Dönen Türk 1

Hayatımda hiç bu kadar iyi bir düzen görmemiştim. Cidden.. Sanki bir aletin en önemli parçalarıymış gibi hareket eden insan yığınlarının arasından evime döndüm.Tüm insanlar robot gibiler,kurallar belli,kurallara uymazsan ne olacağı belli,o zaman kurallara uy,başkalarını önemseme,yaşa ve öl. Kısa bir Londra tanımı.

Kabul edebileceğim en güzel tarafı ise muhteşem Thames Nehriydi. Gel git denilen muhteşem canlılığı ile Londrayı Londra yapıyordu. O nehrin, tüm kıyısı boyunca kurulmuş bir Londra ve o nehrin, altından üstünden geçen onlarca köprü ve tünel!! Ben açıkça sayamadım ama eminim o nehrin üstündeki ve altındaki ulaşım ağı toplamı 50yi geçiyordur.

Ulaşım demişken metroları,hafif metroları,trenleri ile Londra'da istediğin her yere trafiğe girmeden ulaşabiliyorsun. Çünkü evet, onlarda da trafik var! Açıkçası bizimkinden de beter,nedenine gelirsem nedeni; yollarının genelde tek şeritli olması ve birbirlerine inanılmazın ötesinde bir yol verme inceliğinde bulunmaları!! Buna en iyi örnek sanırım şu olabilir; Lewisham'dan bindiğim otobüs normalde Canada Water'a 26 dk'da ulaşıyormuş öyle yazıyordu durakta. Ama biz 45 dk geçmesine rağmen hala tek şerit olan trafikte durmuş bekliyorduk. Sonra ilerde kırmızı ışık olduğunu anladım. Neyse yeşilin yanıp da sıranın bize gelmesi baya sürdü ama bizim şoför yeşilde geçmek yerine önce solundan yola giriş yapmak isteyen araca yol verdi(!);daha sonrasında da yanıp yanıp sönen sarıyı görüp orda bekleyen yayalara yol verdi(!!). Sonuçta tekrar kırmızı yandı. Bir İstanbullu olarak o süre zarfında çektiğim işkenceyi bir siz anlarsınız.

Metrolara girdiğimde beni en çok cezbeden kaybolmayacak olmamdan emin olmam ve arka planda çalan,her gün değişen canlı müziklerdi. Meğer bu müzisyenler metroda duracakları yeri izinler sayesinde alıyorlarmış.Yani mesela Westminister metrosunun içinde 1-3 arası John çalıyor. 3-5 arası Liz.Bunlarda izinli oldukları hatta cüzzi bi miktar ödedikleri için çalıyorlar. Covent Garden'da çalan siyahi yaşlıca bir İngiliz mükemmeldi. Zaten tüm izleyicilerde yoldaki kaldırımlara oturmuş,onu dinliyordu.

İngiltere anıları bitmez. Ama bu ilk yazımda en çok söylemek istediğim şeyi söylemeliyim. İstanbul'a çok ucuz turlar düzenleniyordu. İçim acımıştı. Ama az evvel bir ingiliz sitesinde http://ww5.thomascook.com/search/holidays.aspx?prp=active 450 poundluk bir Türkiye turu gördüm içim rahatladı. Oh be.